Eğitim Bir Sen Adıyaman şubesi 10 – 17 Aralık İnsan Hakları Haftası münasebetiyle bir basın açıklaması yaptı. Dünyada ve Türkiye’de insan hak ve özgürlüklerinin değerlendirildiği açıklamada Şube Başkanı Ali Deniz şunları ifade etti.
Aralık Her 10 Aralık’ta olduğu gibi, bugün de insan hakları ihlallerinin görmezden gelindiğini müşahede ediyor ve 10 Aralık 1948’de yayınlanan bildirgedeki ifadelerin, Batı dünyası tarafından tek taraflı algılandığına bir kez daha şahit oluyoruz. İnsanlığın kaderinin emperyalist güçlerin iki dudağı arasında yer aldığı, ekonomik bir çıkar söz konusu olmadıkça soykırımlara, savaşlara, zulümlere, haksızlıklara sessiz kalınan bir çağı yaşıyoruz. Dünyada yaşanan bütün insan hakları ihlallerini ve Birleşmiş Milletlerin aymazlığını, insan hakları bildirgesine imza atan ülkelerin taraflı ve çıkarcı duruşlarını göz önünde bulundurduğumuzda bildirgenin bugün kimler için, ne kadar anlamlı olduğu anlaşılmaktadır. Hak gaspına uğrayan, özgürlükleri kısıtlanan, modern diye nitelendirdiğimiz 21. yüzyılda bunca imkan ve üretime rağmen açlık ve yoksullukla mücadele eden, nesilleri açlıkla imtihan olan milletler için bildirgenin de günün de bir anlamı kalmamıştır.
Eğitim Bir Sen olarak hatırlatmak isteriz ki;
Dünyanın birçok yerinde, savaşın ortasında dünyaya gelen, doğumundan itibaren açlık ve sefaletle boğuşmak durumunda kalan hiçbir birey gelişmiş ülkelerdeki çocuklar gibi özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğmamaktadır. Kapitalist düzen yeni doğan her bireyi doğduğu ilk günden itibaren sermayenin kölesi yapmış, böylelikle kölelik kılıfı değiştirilerek çağdaş bir kölelik sistemi geliştirilmiştir.
Amerika’da siyahilere uygulanmakta olan şiddet dünyanın süper gücü olan bir devletin insanlarını renk ayrımına tabi tutma alışkanlığını terk edemediğinin delilidir.
Filistin, Suriye, Irak vb. Müslüman ülkelerin içinde bulunduğu kaosun Batı medeniyetince bir ekonomik veya siyasi çıkar söz konusu olmadıkça görmezden gelinmesi, yaptığı bunca zulüm ve işgal politikası sonrasında terör devleti İsrail’e gösterilen tahammül ve tolerans, bildirgede belirtilen hakların kullanımında bir din ve köken sınırlamasının bulunduğunun en bariz göstergesidir.
Dünyanın çeşitli yerlerinde Müslüman azınlıkların soykırıma tabi tutulmuş olması ve bu durumun sadece kınama, lanetleme veya uyarılarla geçiştiriliyor olması azınlıkların dahi arasında bir ayrım ve ayrıştırma politikası izlendiğini göstermektedir.
Geçmişte Bosna’da yaşanan vahşete seyirci kalınması; bugün Suriye’deki katliamlar, Mısır’daki alçak darbe; Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da, Arakan’da ve halkı Müslüman ya da Müslüman halkların yaşadığı pek çok ülkede patlayan bombalar, Guantanamo gibi insan onurunun hiçe sayıldığı işkence merkezlerinin varlığı ve akan kanlar ‘İnsan Hakları’nın sadece lafının edildiği bir dünyayı resmetmektedir.
Aynı şekilde Avrupa’nın birçok ülkesinde Müslümanlara uygulanan terörist muamelesinin “islamofobya” gibi İsrail menşeli uyduruk bir kavramın sonucu olarak ifade edilmesi, kendilerini medeni, çağdaş ve insan hakları savunucusu ilan eden ülkelerin en büyük açığı ve ayıbı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda yine İslam’a, İslami değerlere ve Müslümanlara yönelik saldırıların “basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü” gibi söylemlerin arkasına sığınılarak hala devam ettiriliyor olması ve önlem alınmamakla beraber herhangi bir yaptırımın uygulanmıyor oluşu, 21. yüzyıl batı dünyasının ayıbı olarak daima hatırlanacaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin hak ihlallerinde siyasi bir tutum sergileyerek aldığı kararlar herkesin kanun önünde eşit sayılmadığının apaçık delilleri olarak tarih sayfalarında yerini alacaktır.
Suriye’de, Kobani’de, Irak’ta ve dünyanın değişik bölgelerinde televizyonlardan canlı seyrettiğimiz vahşet görüntülerine her gün yenilerinin ekleniyor olması işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulamalarının devam ettiğini göstermektedir. Sınırlarımızda yaşanan bu hadiseler karşısında medeni ve gelişmiş dünyanın sessiz kalması ancak ve ancak insani niteliklerin kaybedilmiş olmasıyla izah edilebilir.
Bütün dünyaya güya demokrasi götürme kavgası verdiklerini iddia eden sözde “medeni” milletlerin, Mısır’da seçimle işbaşına gelen Mursi ve arkadaşlarının yine İsrail ve Amerika destekli bir askeri darbeyle devrilmesine, yüzlerce insanın Tahrir meydanında insanlığın gözü önünde katledilmesine, her gün bir yenisine imza atılan idam kararlarına sessiz kalıyor olmaları, demokrasi gibi bir dertlerinin olmadığını bir kez daha göstermiştir.
Küreselleşen dünyada kendisine sağlam bir zemin arayışında olan ve her geçen gün daha da güçlenen ülkemizde ise demokratikleşme ve insan hakları hususunda son zamanlarda ciddi ve büyük adımlar atılmasına rağmen hala bazı kesimlerin ideolojik birtakım kimliklerin ardına saklanarak yeniliğe, değişime ve gelişmeye karşı dirençlerini anlamakta zorlanıyoruz. Eğitim Bir Sen ailesi olarak demokratikleşme, insan hak özgürlükleri konularında atılması gereken daha çok adım olduğunu düşünüyoruz. Bunların en önemli ve elzem olanı demokratik ve sivil bir anayasadır. Oluşturulacak yeni, demokratik ve tamamıyla sivil olacak anayasanın birçok toplumsal, siyasi ve hukuki sorunlarımızın çözümünü de beraberinde getireceğinin farkındayız. Bu anlamda yapılacak her demokratik çalışmaya, Türkiye’nin öncü sivil toplum örgütü olarak katkıda bulunacağımızı bir kere daha tekrar ediyoruz. Çünkü Eğitim-Bir-Sen, medeniyet köklerine sadık bir teşkilat olarak kendini “İnsan merkezli sendika” olarak takdim etmiş; onun için sadece çalışanların ve üyelerinin ‘sendika’ sözcüğünün kapsamı içerisindeki beklentilerini karşılamayı değil, beslendiği medeniyet değerlerinin bir gereği olarak, insanların inanma ve inandığını yaşama hakkının mücadelesini de esas meselesi saymıştır. Bugün ülkemizde inandığı gibi yaşamak isteyen insanlara yönelik ayrımcı uygulamaların pek çoğunun tarihin çöp sepetine atılmış olmasının arkasındaki örgütlü gücün, altındaki imzanın ve akıtılan terin Eğitim-Bir-Sen olması, “insan merkezli sendikacılığın” tezahürüdür. Kamu kurumlarında başörtülü çalışanların hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadan hizmet üretmelerini sağlamak için çeşitli eylem ve etkinlikler sonrası başlattığımız imza kampanyası ve akabinde aylarca süren sivil itaatsizlik eylemimizin kısmen kazanıma dönüşmesi, ülkemizin insan hakları karinesine sağladığımız olumlu katkı olmuştur. Eğitim Bir Sen ailesi Türkiye’nin demokratikleşme çabalarına bundan sonra da her alanda katkıda bulunmaya devam edecektir. Çünkü birlikte iken güçlü olduğumuzu biliyoruz.
Yaşanan bunca sıkıntılara rağmen hak ihlallerinin yaşanmadığı, haksızlığa, zulme, işkenceye, savaşlara, ayrımcı ve ayrıştırıcı politikalara karşı müdahale refleksleri gelişmiş bir altın çağa ulaşmak için tüm gücümüzle mücadelemize devam edeceğiz.