Memur Sen Adıyaman İl Temsilcisi ve Eğitim Bir Sen Adıyaman Şube Başkanı Ali Deniz, yazılı bir açıklama yaparak, son günlerde tartışmaların odağı haline gelen ve toplumsal cinsiyet eşitliği projesi olarak bilinen İstanbul Sözleşmesi’nden derhal vazgeçilmesi gerektiğini söyledi.
Ali Deniz’in açıklamasının satır başları şöyle:
“İstanbul Sözleşmesi ile ulaşılmak istenen sonuç son derece yıkıcıdır”
“Toplumu ifsat eden, aileyi hedef alan İstanbul Sözleşmesi ile ulaşılmak istenen sonuç son derece yıkıcıdır. Tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi milletçe bu büyük ve kapsamlı saldırıyı önlemek için harekete geçilmelidir. Cinsiyetsizleştirmeden eş cinselliğe kadar her türlü sapkınlığı kadına karşı şiddeti önleme parantezine alarak meşrulaştırmak bu topluma yapılacak en büyük kötülüktür. O nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bu konuda göreve çağırıyoruz. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmelidir. Sözleşmeyi dayanak kılarak çıkarılan ve bahsettiğimiz sakıncalı sonuçları doğuran düzenlemeler de iptal edilmelidir. Kadına karşı şiddeti ve kadınların yaşadığı her türlü sorunu çözmek için istişareye dayalı çalışmalar yapılmalı, sosyal tarafların görüş ve önerileri alınmalıdır. “
“Sözleşmeyi çekincesiz imzalayan Türkiye temel sorunları tartışmadı”
“İstanbul Sözleşmesi, devletlerin tüm hukuk yapısında toplumsal cinsiyet eşitliğini merkeze alan bir restorasyon yapmayı zorunlu tutmaktadır. Sözleşmenin orijinal metninde ‘aile’ ibaresi geçmediği hâlde sözleşme Türkçeye çevrilirken adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olarak çevrilmiştir. Sözleşmenin çevirisinde gözetilen ‘aile’ hassasiyeti maalesef sözleşme imzalanırken gözetilmemiştir.”
“Sözleşmede yer alan kavramlar insanın varoluşuna saldırıdır”
Açıklıkla söyleyebiliriz ki Batı’da üretilen kadın söyleminin temelinde kadınların evrensel endüstriyel düzene entegre edilmesine yönelik stratejiler vardır. Sözleşmeyi kadına karşı şiddetin önlenmesinin tek yolu olarak göstererek kutsallaştırmaya çalışan zihniyetin gözden kaçırdığı nokta şu ki; bu sözleşme halen birçok ülkede oldukça sıcak bir şekilde tartışılmaya devam etmektedir. Tartışmaların odağında duran “toplumsal cinsiyet eşitliği” ,“cinsel yönelim”, “cinsel eğilim”, “toplumsal cinsiyet kimliği” gibi kavramlar dün olduğu gibi bugün de aynı tartışmaların merkezinde yer almaktadır. Çünkü bu kavramlar sadece biyolojik cinsiyete değil adeta insanın varoluşuna saldıran bir zemini inşa etmektedir.
“Tepkiler haklı gerekçelere dayanmaktadır”
“Sözleşmenin tartışıldığı toplantılarda ülkemizi temsil edenlerin oldukça alışık olduğu bu tartışmaların bugün ülkemizde geniş bir kamuoyu nezdinde yapılmasından duydukları rahatsızlığı anlamak da mümkün değildir. Oysa Rusya, ‘partnerler arası şiddet’ ifadesinde partnerler aynı cinsten olabilir diyerek sözleşmeye karşı çıkarken, Vatikan ‘toplumsal cinsiyetin’ uluslararası hukukta karşılığı olmayan bir tanım olduğu gerekçesi ile itiraz etmiştir. İsveç ve İngiltere’nin ise, kadına uygulanan her şiddeti insan hakları ihlali olarak görmenin sakıncalı olduğuna dair şerhlerini hatırlamak gerekir. Bulgaristan geçen yıl sözleşmenin anayasalarına aykırı olduğuna hükmetti. Aynı süreçte Hırvatistan, sözleşmenin eşcinsel evliliklerinin meşruiyetine imkân tanıyacağı, ‘cinsiyet ideolojisi’ üretmek istediği ve Hıristiyan değerlerine aykırı olduğu gerekçesiyle güçlü bir direniş göstermişti. “
“Genelde sözleşmeye getirilen eleştirilerin odağında farklı cinsel yönelimlerin meşrulaştırılması ve aile kurumunun zayıflatılması yer almıştır. Bir tarafta aileyi Türk toplumunun temeli olarak tanımlayan anayasa, öte tarafta çiftleri, aynı evde yaşayan ve cinsiyetlerine bakılmaksızın şiddete karşı korumayı esas alan uluslararası bir metin. Bu iki metnin hukuki olarak da toplumsal olarak da çatışma üretmemesini beklemek mümkün değildir. Bu yönü ile kamuoyunda sözleşmeye; aileyi zayıflatan, farklı cinsel yönelimleri akredite ederek nesli ifsat eden bir anlaşma olarak tepki gösterilmesi haklı gerekçelere yaslanmaktadır.”
“Toplumsal cinsiyet kavramı kültürel değişimin aracıdır”
“Bu bağlamda Memur-Sen olarak bugüne kadar İstanbul sözleşmesinin tematik yapısından, bağlayıcı bir hukuk metni olarak içerdiği muğlak kavramlarına, hukuk sistemimizde meydana getireceği sorunlardan, aile yapısında yaratacağı sosyal maliyetlere kadar bu meseleyi çok yönlü olarak birçok platformda dile getirdik. Bu çalışmalarımıza örnek olarak dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı KSGM’ye, İstanbul Sözleşmesi’ne dair ilettiğimiz değerlendirme ve eleştirilerimizi ve ayrıca ‘2018-2023 Kadının Güçlenmesi Strateji Eylem Planı’na dair ortaya koyduğumuz değerlendirmelerimizi anabiliriz. İstanbul Sözleşmesi’ne dair eleştirilerimizde “toplumsal cinsiyet” kavramının diğer tüm kavramlar kadar kültürel değişimin aracı olarak kullanıldığını belirtmiştik. İstanbul Sözleşmesi’nde cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi için toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması düşüncesinin diğer cinsel yönelimlerin birer kimlik olarak akredite edilmesi, meşrulaşmaya araç kılınması riskini barındırdığı uyarısında bulunmuştuk. Buna mukabil, sözleşmede şiddet sorununa cinsiyet temelli yaklaşımın merkezileştirilmesine dikkat çekmiş, şiddetin nedenlerinin din, gelenek ve örfe indirgenmesini eleştirmiştik.”
“Her alanda uygulanmaya çalışılan bu sözleşme durdurulmalıdır”
“İstanbul Sözleşmesi’ni münferit birkaç sonuç üzerinden tartışmak bizi doğruya ulaştırmaz. Zira bu sözleşmeyle, tümüyle yeniden restore edilecek bir hukuk yapısından ve her sene İstanbul Sözleşmesi Uzmanlar Komitesi tarafından hesaba çekilecek bir idari mekanizmadan bahsediyoruz. Bugün göçten örgütlenmeye, eğitimden istihdama, er erbaşlara verilen “Mehmetçik İçin Yurttaşlık Eğitimi”nden KASAUM’lara, kamu görevlilerine verilen hizmet içi eğitime değin hemen her alanda ana akımlaştırılan bu sözleşme derhal durdurulmalıdır. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde alternatifsiz ve vazgeçilemez bir anlaşma değildir. Küresel bir sorun olan şiddete karşı geleneği, örfü, dini olağan şüpheli ilan etmek bizi hiçbir yere vardırmayacaktır.”